3 Ağustos 2008 Pazar

MEHLDAU: CAZIN GENİŞ YÜZEYİ

Zaman zaman bana piyano hocalığı yapan müzisyen bir arkadaşım var. Bill Evans gibi bir tarzı vardır çalarken. Müzikte öncelikle armoniye ve yaratıcılığa önem veren bu insan bana arasıra derdi ki; iyi duyan, çalacağı seslere ait tuşları piyano üzerinde iyi gören biri sadece iki parmağıyla bile güzel, dinlenebilir müzikler çalabilir. Uzun süre düşündüm bunun ne demek olduğunu. Sonra aklıma piyanoya (ya da klavyeye) virtüöz düzeyinde hakim olan onca piyanist varken hoca-arkadaşımın bana dinlemem için Bill Evans’ın, Herbie Hancock’un yanında Brad Mehldau’yu tavsiye etmesi geldi.

Öğretmen sözü dinleyip Mehldau’nun parçalarını dinlerken kendimde bir şey dikkatimi çekti: “aman bu melodiyi nasıl bu kadar hızlı çalmış” yerine “ne kadar değişik bir yorum yapmış; demek o akorlar böyle de basılabiliyormuş…”, “bu parça Oasis’in Wonder Wall’u değil mi? Caz triosuyla da ne kadar dinamik olmuş” ya da “vay vay, Radiohead’den de cover’lar yapmış; ama parçalarının ruhu nasıl da yerinde kalmış” gibi düşünceler aklıma geliyordu. Teknik olarak Mehldau da diğer piyanistlerden asla eksik kalmamasına karşın; parçalarında teknik ustalığını vurgulamak yerine, çaldığı müziklere karşı büyük bir üsluba saygı ve alçakgönüllülük içeriyordu müziği. Sanırım Evans’ın ve Hancock’un armoni konusundaki yaratıcılığı ve özellikle Hancock’un cazdan başka müziklere kucak açma tavrı Mehldau’yu öğretmenimin bana tavsiye etmesini sağladı.

Brad Mehldau. 1970 ABD doğumlu caz müzisyeni. Yeni nesil caz piyanistlerinden.

Bütün olarak bakılınca aslında Mehldau’nun müziği insana sanki çift kişilikliymiş gibi bir izlenim veriyor. Caz müziğinin yaşayan en yaratıcı gitaristlerinden biri olan Pat Metheny’yle çıkardığı iki albümdeki çalışı istisna olabilir; ama kendi solo çalışmalarına ve kendinden önceki kuşak cazcılarla yaptığı, çoğunlukla standart[1] çaldığı performanslarına bakılınca Mehldau piyano başında temelde iki farklı stil kullanıyormuş gibi hissediliyor. Örneğin, kariyerinde en önemli çalışmalarından kabul edilen, Jashua Redman’la yaptığı müzikte çok daha siyahî, geleneksel caz kokan bir üslubu var. Fakat kendi bestelerini ya da caz standardı olmayan başka müzikleri yorumlarken, geleneksel cazdan çok klasik müzik duygusu hissettiren, “kuzey avrupa cazı” dedikleri tarza daha yakın bir tarzı tercih ediyor. Yeri gelmişken kişisel yorumumu ekleyeyim: normalde daha geleneksel stilleri seven biri olarak; örneğin bir Esbjorn Svensson’un (şahsen her ne kadar oldukça yaratıcı bulsam da) zaman zaman beni sıkan tarzına çok yakın bulduğum şekillerde çalması bazan Mehldau’yu dinlememi güçleştiriyor.

Lâkin Mehldau’nun Granada adlı parçasını seviyorum… bir de Radiohead’in Exit Music (for a Film) yorumunu… bir de Day is Done’ı… bir de…

Mehldau’nun müziğinin özellikli bir de ritm yönü var. Brad Mehldau kendi bestelerinde, caz bestelerinde geleneksel olarak (bu kıyaslamayı özellikle mainstream caz için yapıyorum) çok fazla karşılaşılmayan ölçüler ve formlar kullanıyor. Gerçi geleneksel; yani siyahî kökenli (etnik öğelerin daha az bulunduğu) caz müziği de tabii ki sadece “biir- kii ve bir-kii-üç-hop” diye çalınmıyor; kaynağını aldığı afrika ritm geleneğine boçlu olduğu sayısız karmaşık ritmik yapıları içeriyor. Fakat Mehldau’nun kullandıkları -caz geleneğini kendinde içselleştirmiş her müzisyenin “ödünç aldığı” bazı kalıpları saymazsak- daha bir takip edilebilir, ama alışılagelmemiş ritm yapıları. Bu yapılar insana Mehldau’nun ritmik açıdan Afrika’dan çok, Avrupa’dan ilham aldığı izlenimini veriyor aslında. Hatta –ki Mehldau genel olarak iyi bir rock/heavy metal dinleyicisi olduğunu saklamıyor- piyanist-bestecinin bazı parçalarını “progressive rock” müziğine bile benzetmek mümkün. Dinleyen bilir; progressive rock da tanımı gereği orta avrupa klasik müziğini temel ilham malzemesi yapar; tıpkı Mehldau’nun özgün bestelerinin çok benzediği kuzey avrupa caz müziğinin yaptığı gibi. Düzensiz izlenimi veren aksak ölçülü ritmler parçaların örneğin nakarat bölümlerinde zaman zaman düzenli ölçülere, ardından yeniden başka düzensiz ritmlere dönüşüyor. Özellikle bu belli kısımlarda belli ölçülere değişmesi özelliğiyle, Mehldau’nun besteleri zaman zaman ritmik olarak yavaşlatılmış (ve distortion içermeyen!) progressive rock şarkılarına benziyor… tabii sadece ritmik olarak!

Mehldau’nun, diğer taraftan hoşuma giden bir yönü var: düşüncelerini de müziği gibi insanlarla paylaşıyor.

Meselâ burada oturuyoruz; müzik gibi seslerle yapılan bir sanat hakkında, görsel bir iletişim kanalı kullanarak düşünce alış-verişi yapıyoruz. Bunun nedeni bu dergiyi okuyan herkesçe biliniyordur: yazıyoruz, üzerinde konuşuyor, dinliyoruz; çünkü sanat, düşünülerek yapılan bir iş. Düşünceler ve fikirler de aslında paylaşılarak daha gelişkin hâle gelirler. Tabii bu yoruma açıktır: zîra bazı sanatçılar -bu bağlamda müzisyenler- kafalarındaki fikirleri, düşünceleri sözle ya da başka kanallar kullanarak ifade etmek yerine, sadece sanatlarını ortaya koymayı tercih ederler. Bunun sebebi çeşitlidir büyük ihtimalle. Ortaya koydukları işlerin dinleyicinin kafasında yerine göre kendilerinin bile düşünmediği farklı yorumlar ortaya çıkarmasını, yani eserlerini “yoruma açık” halde bırakmayı tercih etmeleri olabilir; ya da uç bir örnek olarak “deşifre olmaktan” kaygılanmak gibi basit, insanca bir zaaf da düşünceleri üzerine konuşmaktan kendilerini alıkoyuyor olabilir. Diğerleriyse; “neden anlatmıyorsun kafandakileri kardeşim; ben mecbur muyum senin fildişi kulene yüz sürmeye??!!” diyenlerle muhattap olmak yerine, bir yandan besteler, çalar ve doğaçlarlar; diğer yandan da ya oturur bir yerlere yazarlar, ya da birilerine söyleşi verir veya bir başkalarına öğretmenlik yaparlar. Mehldau’nun sevdiğim yanı da bu oldu işte. Çeşitli yerlere yazdığı makalelerinde hem caz müziği, doğaçlama (nâm-ı diğer “emprovizasyon”) ve hatta armoni gibi teknik konular hakkındaki düşüncelerini anlatıyor; hem de kendisiyle yapılan ropörtajlar sırasında konuşarak, açık kalplilikle kendinden bahsediyor. Mehldau hakkında Almanya’dayken hazırlanmış bir belgesel bile var (video paylaşım sitelerinden bulunabiliyor).

Mehldau’nun (kızmasın bana, iyi niyetle söylüyorum) “çenesi düşük” bir müzisyen olmasının ne gibi faydaları var da diğerlerinin yok:

1) Benim gibi çömezlere hakkında yazabilmek için bolca materyal sağlıyor

2) Konserlerde piyano başındaykenki garip sahne duruşunun aksine:

a. sağ omzunda bir sakatlık olması ve

b. bu sakatlık izlenimi veren omuzdan seğirtme hareketini Lyle Mays’den yürütüp yürütmemiş olması

konularında korkulacak bir şey olmadığını ortaya koyuyor

… ve nihayet:

3) Entelektüel bir sanatçı olarak fikirlerini ortaya koyarak dinleyicilerinin (ya da okuyucularının) bilincini artırıyor ve kendisini örnek alan daha genç insanlara yeni fikirler veriyor.

Kendim de yeni sayılabilecek bir caz dinleyicisi olarak bana caz dinlemeye yeni başlayacak birine dinlemesi için birkaç müzisyen tavsiye etmem istenseydi; Mehldau’yu bu müziğin önde gelen temsilcileri arasında önermezdim şüphesiz. Fakaaaat… en az yüz yıllık tarihi olan bu müziğin hiç de tutucu kalıpların müziği olmadığını, günümüzde halâ yaratıcı caz çalışmalarının yapıldığını göstermem istenseydi iş değişirdi. Öyle ki, elektronik enstrümanların ses dokuları üzerindeki avantajlarına bile gerek olmadan bir akustik piyanoyla, bir basla ve davulla ne kadar geleceğe yönelik, ilginç ve yaratıcı müzikler bestelenebileceğini, doğaçlanabileceğini göstermek… Mehldau’daki asıl sihir bu bence. Kendisini bu nedenle düşünmeden önerirdim. Size de öneririm.

***

Soumneal

07.07.08



[1] Standart: Klasikleşmiş, her sanatçının kendin tarzıyla yorumladığı caz besteleri (D.E.).

Hiç yorum yok: